“31 Mart’ı aşırı derecede önemseyenlerin” göremediği…

DEM Parti uzun uzun tartışmalar, ertelemelerden sonra nihayet İstanbul adaylarını açıkladı.

Her parti en çok oy alacak adayla seçime girmek ister. Bunun için anketler yaptırır, istişareler yapar, nabız tutar. Sonunda bazen isabetsiz bir aday belirler ama niyet her zaman kazanmaktır.

Ama bu kez bir parti anketlere, lehte aleyhte bütün yorumculara, sokaktan yükselen seslere göre aday gösterilse en yüksek oyu alacak adayını bile isteye göstermedi.

Başak Demirtaş yerine eş başkan adayları olarak Meral Danış Beştaş ve Murat Çepni’nin adı açıklandı.

Beştaş, Kürt siyasetinin önemli ve özgül ağırlığı olan isimlerinden biri. O yüzden heyecan yaratmasa da iddiasız bir aday değil.

Peki ya Murat Çepni?

Eski HDP İzmir Milletvekili. Rize İkizdere doğumlu. Rize’de doğup büyümüş. Rize’nin solcuları genelde Lazlardan olur. Ama Çepni Laz değil, İkizdereli. Samsun’da yaşamış ama hala aksanını koruyacak kadar bir Rizeli.

Ama aday gösterilmesinin sebebi herhalde Trabzonlu İmamoğlu’na karşı DEM Parti’ye ancak yanlışlıkla oy verebilecek İstanbul’daki Rizelilerin oyunu almak değildir.

Çünkü Çepni, klasik değil sosyalist bir Rizeli. Sosyalistlerin de azınlık olarak bir hizbinden.

Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nin Samsun il temsilciliğini yapmış.

ESP, MLKP’nin siyasi kanadı olarak biliniyor. DEM-PKK ilişkisine benzer ilişkileri var.

Çepni, yasal, meşru siyasette, çevre hareketleri içinde yer almış, İkizdere’deki maden direnişinde önlerde durmuş bir isim.

“Ölümsüzlüğünün yıldönümünde” Stalin’i anacak kadar da ortodoks bir sosyalist.

Peki, nasıl oldu da bu kadar marjinal bir Rizeli Stalinist sosyalist, Kürtlerin partisinden önce milletvekili oldu, şimdi de İBB için aday yapılabildi?

Çünkü MLKP; Rojava’da YPG ile birlikte savaşıyor.

Daha birkaç ay önce Rize Fındıklı doğumlu 60 yaşında bir MLKP’li Suriye’de bir SİHA saldırısında öldürülmüştü.

MLKP’nin PKK ile kurduğu bu ittifak siyasette de HDP-ESP ittifakı olarak sürüyor.

Suruç’ta IŞİD saldırısında hayatını kaybeden gençlik grubu da Kobani’ye yardım götüren ESP’nin gençlik kollarının üyeleriydi.

HDP’nin şimdi hapiste olan eski eşbaşkanı Figen Yüksekdağ da ESP kontejanından eşbaşkan olmuştu.

Yani Rojava’da verilen askeri destek, marjinal bir sosyalist partiyi ve hareketi, Kürtlerin Meclis’te üçüncü büyük gruba sahip partisine ortak ediyor.

Çünkü Kandil’in birinci gündemi Türkiye değil, Rojava.

DEM’in şimdiki eş başkanı Tülay Hatimoğulları ise SYKP’li. Adını ilk defa duymuş olanlar çoğunlukta olabilir. Bu bir cehalet değil.

SYKP yani Sosyalist Yeniden Kurtuluş Partisi de HDP’nin ve DEM’in kurucu ortaklarından. Muhtemelen küçük bir Kürt aşiretinden daha az üyesi var.

Üstelik Tülay Hatimoğulları bu partiyi kuran sol gruplarından Toplumsal Özgürlük Platformu’ndan.

Bu daha çok Hataylı Arap Alevilerinin içinde yer aldığı bir sosyalist grup. Eski bir sosyalist hareketin devamı.

Böyle marjinal bir partiden bir Arap Alevisi sosyalistin DEM Parti’ye eşbaşkan olması da benzer hassasiyetlerin sonucu olabilir.

DEM Parti’den son seçimde Meclis’e giren milletvekillerinin bir kısmı bu adlarını düzenli haber takip eden insanların bile duymadığı sol hareketlerden geliyor.

Mesela şimdi partinin Barzani’ye bile işbirlikçi diye atar yapacak, Demirtaş ile polemiğe girecek kadar ileri gitmiş isimlerinden Sezai Temelli, 2015’e kadar sadece İstanbul Üniversitesi SBF’de öğretim görevlisi bir Eğitim-Sen’li sendikacıydı.

Geri kalan milletvekillerinin önemli bir kısmı ise adlarını Kürtlerin bile pek bilmediği, yasal olarak kimseyi zan altında bırakmamak için üretilmiş o kavramla söylersek “Kürt hareketinin” sağlam kadrolarından oluşuyor.

Öcalan’ın avukatları, KCK, DTK gibi davalardan hapis yatmış gençlik, kadın hareketinden isimler…

Bu yüzden mesela Diyarbakırlıların DEM Parti milletvekilleri içinde en çok tanıdığı isim Cengiz Çandar olabilir.

DEM Parti’nin MYK’sında, HDP’den ve önceki partilerden farklı olarak bu sağlam kadrolardan isimsiz isimler ağırlıkta.

HDP’deki Sırrı Süreyya, Ahmet Türk, Altan Tan gibi kendi ağırlığı olan isimler yerine, örgütün güvendiği, sözden çıkmayacak kadrolar işbaşında.

DEM Parti’nin ön seçimle belirlediği yeni belediye başkan adayları da böyle isimlerden oluşuyor. Mardin’de Ahmet Türk bile sandıktan zor bela çıkabildi.

Çoğu hapis görmüş, haklarında bir iddianame yazmak ya da soruşturma açmanın kolay olduğu bu isimlerin tercihi bile kayyum atanmasına karşı iktidarla bir işbirliği olduğu tezini yalanlıyor.

Sokağın sesini duyan Demirtaş ile DEM Parti arasındaki siyasi, duygusal makas da bu yüzden açılıyor.

Sokaklar, Kürtler Demirtaş’ı lider olarak görse de bu partinin kadrolarını ilgilendirmiyor ya da etkilemiyor.

Çünkü Kandil de Kürtlerin yaşadığı dünyadan bambaşka bir dünyada yaşıyor artık.

PKK’nın yayın organlarından ANF’de Başak Demirtaş’ın adaylıktan çekilmesinden sonra Atakan Roni takma adıyla çıkan yazı bu alternatif evren hakkında bir fikir veriyor:

“2024 yılına Kürt Özgürlük Hareketi büyük bir siyasi ve askeri hamle ile psikolojik üstünlük sağlayarak, bölgesel ve küresel düzeyde etki yaratan gelişmelerin önünü açtı. Önder APO’ya özgürlük temelinde yürütülen dalga dalga tüm dünyaya yayılan özgürlük hamlesi her gün yeni ve yaratıcı eylemlerle yeni bir aşamaya yükselerek, dünya halkları içinde heyecan ve umut yaratıyor.”

Yazının Demirtaş’ın adaylığına doğrudan değinen kısmı ise şurası:

“Uluslararası komploya karşı mücadele temelinde özgürlük yürüyüşü sürerken yeni bir komplonun ayağı Ankara, Bağdat ve Hewlêr’de örülmeye çalışılıyor. Örülmeye çalışılan komplo büyük özgürlük yürüyüşüne karşı mutlak kölelik dayatmasıdır. AKP-MHP faşizmi Kürt soykırımını gerçekleştirmek için yürüttüğü bu saldırıların Kürt halkı ve dostları tarafından yeteri kadar anlaşıldığı söylenemez. Günümüz bilim-teknik ve iletişim ağlarında ortaya çıkan gelişmeler yeni bir iktidar tekniği ortaya çıkardı. Sanal medya ve sınırsız enformasyon ile toplum yirmi dört saat hakikatten uzaklaşmakta ve algı operasyonlarının nesnesi olmaktadır. Kürt soykırımı planlarına karşı yirmi dört saat mücadele yürütülmesi gerekirken ‘kim aday olmuş, kim niye çekilmiş’ tartışmaları algı operasyonları ve yeni iktidar biçimi olarak psiko-iktidar yönlendirmeleridir.”

Yani kod adıyla yazı yazan muhtemel PKK yöneticisi bu adaylık tartışmasından duyduğu rahatsızlığı anlatıyor.

Çünkü Kandil’den dünyaya bakan bir PKK yöneticisi, teknolojik atılımla askeri olarak varoluşunu tehdit eden, ittifaklarla etrafını saran bir düşman olarak “AKP-MHP faşizmi” ni görüyor.

Ama Türkiye’de siyaset yapan bir Kürt siyasetçisi Türkiye’yi dört yıl daha yönetecek ve çözüm için diyalog kurulması gereken otoriter bir iktidar görüyor.

İkisi de aynı davayı paylaşsa da bir silahlı örgüt bakışı ile bir siyasetçi bakışı arasındaki fark bu.

Selahattin Demirtaş’ın Başak Demirtaş’ın adaylıktan çekilmesi sonrası yazdığı yazıdaki şu bölüm bu bakış farkını net ortaya koyuyor:

“DEM Parti ile AKP arasında bir görüşme trafiği var mı bilmiyorum. Ama eğer yoksa bu, iki parti için de büyük bir eksikliktir. Tüm partiler ülkenin, toplumun sorunlarının çözümü için görüşebilmelidir, konuşabilmelidir. Bu son derece meşrudur, hatta geldiğimiz süreç itibarıyla bir görev, bir sorumluluktur.”

DEM Parti içindeki Türk-Arap sosyalistler ve Aleviler de bu açıdan Kandil ile aynı frekanstalar.

Onlar için de ilk öncelikli düşman “AKP-MHP faşizmi.”

Klişe ve boş gösteren bir tabir olan “faşistlikten” daha fazla aslında ilk meseleleri İslamcı karşıtlığı ve laiklik hassasiyeti.

O yüzden Türkiye’deki herhangi bir seçime baktıklarında Kürtlerin kazanımlarından önce, AK Parti’yi geriletmeyi temel hedef olarak görüyorlar. Kürtlerin kazanımının da tek yolunun bu olduğunu düşünüyorlar.

Onlar için İstanbul’u AK Parti’nin değil, CHP’nin yönetmesi hayati bir mesele.

DEM Parti’ye biçtikleri rol de ittifaklar içinde kalarak ya da ittifak kurmasa da CHP aleyhine hareket etmeyerek AK Parti’nin şehirleri kontrol etmesini engellemek.

Demirtaş ise son mesajında açıkça 31 Mart’ın böyle “aşırı derecede önemsenmesine” karşı çıkıyor:

“Bizim için 31 Mart seçimlerinden çok, 1 Nisan ve sonrası önemlidir. 31 Mart seçimlerini aşırı derecede önemseyenler de bizim demokrasi, adalet, barış arayışımıza, ciddiyetle yaklaşmalıdırlar.”

PKK içindeki özellikle Alevi kadroların ve DEM Parti içindeki sosyalistlerin konu AK Parti olunca “İslamcı” karşıtı hassasiyetleri, Kürt duyarlılıklarının önüne geçiyor.

Çözüm sürecinde de bu meselenin AK Parti ile çözülüyor olması benzer bir dirençle karşılanmıştı.

Demirtaş ve benzer Kürt siyasetçilerin dünyasında ise Kürtlerin dertleri ve çıkarları önde. Demirtaş, son mahkeme savunmasındaki İslam vurgularıyla da bu siyasetle arasındaki mesafeyi açmıştı.

Demirtaş’ın mektubundaki şu cümleler, iki bakış arasındaki farklılığın iyice açıldığını gösteriyor:

Başak Demirtaş’ın adaylık iradesi, DEM Parti’nin ısrarla kurmaya çalıştığı üçüncü yol siyasetini görünür kılmak içindi. “Biz koltuk, makam, rant için değil, halkın acil ihtiyacı olan demokrasi, adalet, barış için siyaset yapıyoruz” demek içindi. “Hayır, bu değerler benim belediye koltuğumdan kıymetli değil” diyen varsa bundan sonra adaletten, demokrasiden dem vurmasın.

– Başak Demirtaş’ın adaylık iradesi sıkılı yumrukları açmak, tokalaşmayı hatırlatmak içindi. Bunun kıymetini anlayamayanlar bundan sonra yumruk yediklerinde ah vah etmesinler en azından.

DEM Parti de bu özgüvenle hareket etmeli, iktidar partisi dahil ana muhalefet ve diğer tüm partilerle görüşebiliyorsa görüşmeli, ilkeler çerçevesinde ve demokrasinin gelişimi için uzlaşabiliyorsa uzlaşmalıdır.

Başak Demirtaş’ın adaylık iradesi bu yönleriyle, DEM Parti dışındaki siyasi aktörlerce doğru değerlendirilmemiştir. Bu nedenle, başka kıymetli arkadaşlarımızla seçim yarışına girileceği anlaşılmaktadır. Oysa biz bu siyasi hamleyi seçimden çok toplumsal barış için önemsiyoruz.”

Kandil ve PKK için Demirtaş aynı zamanda kendi zahmetleri, fedakarlıkları, iktidarları üzerine konan ve popülaritesi gençler arasında kendilerini hatta Öcalan’ı dahi geçmiş ciddi bir rakip.

2015’den beri büyüyen bir tehlike bu. Öcalan, bizzat Demirtaş’ın yüzüne karşı “Önderlik tedbirlerimi alıyorum” demişti. Kandil içinse, kendi gündemlerinden farklı, Türkiye gündemiyle siyaset yapan bir isim Demirtaş.

Yani bütün dünyası “uluslararası komplo, Öcalan’a tecrit, AKP’nin özel savaş taktikleri” olmayan daha başka meseleleri olan biri.

Ve tabii o önceliklere göre de hamleler yapan, bu hamleleriyle Kürtleri yönlendirebilen biri.

2019’daki İstanbul seçimlerinde Kürtleri Öcalan’ın mektubu değil, Demirtaş’ın çağrısı yönlendirmişti.

Kılıçdaroğlu’na destek açıklamakta da Demirtaş herkesin önüne geçmişti.

Başak Demirtaş’ın İstanbul adaylığı Demirtaş’ın popülaritesinin daha da büyümesine, hapishanedeyken sandıkta Demirtaş’ın gücünü görünmesine neden olacaktı.

Kandil, parti içindeki ağırlığını kullanarak, sonucu DEM Partisi’nin rağmına da olsa bunu engellemiş oldu.

Böylece hem “AKP’nin geriletilmesini” en öncelikli hedef olarak gören sol kanat mutlu oldu hem de Demirtaş’ın partinin önüne geçmesinden rahatsız olanlar.

Sonuçta DEM Parti en çok oyu alacak adayı çıkarmamak gibi siyasetin tabiatına aykırı bir kararı verdi.

Karardan İstanbul’da İmamoğlu’nun kazanmasını isteyenler mutlu.

Ama böyle vesayet altındaki, irrasyonel, organik olmayan bir DEM Parti’nin desteği 14 Mayıs’ta görüldüğü gibi iktidarın her zaman elinde bir koz olacak, kaybettirebilecek de bir destek.

Bu pragmatizmi 2019’da iktidar Öcalan’dan mektup alarak kullanıp zararını görmüştü, şimdi de muhalefet için en azından uzun vadede zararlı olabilir.

O yüzden Türkiye demokrasisi için 31 Mart’ta kimin belediyeleri kazanacağına fazlasıyla kendini kaptırmış olanlar, Başak Demirtaş’ın adaylığı meselesine de sadece bu açıdan bakanlar, Türkiye’de demokrasinin geleceği için Kürt siyasetinde hangi bakışın kazanacağı üzerinde de daha derin düşünmeli.

YORUMLAR (61)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
61 Yorum